Kimin ölümü manşet haberi olur, kimin ölümü istatistik bilgisi… buna popülizm karar verir. Savaşların, göçlerin, iltica ve yokluğun haber değeri olup olmadığı da onun insafına kalmıştır.
1961 yılı haziranında gurbetçi olarak çalıştığı İstanbul’dan Develi’deki köyüne ziyarete gelen yetim Cemal’in ölümü ne manşet haberi olmuştu, ne istatistik bilgisi. Ama Cemal’in garip anası ağlamış, Sarıkayalılar ağıt yakmıştı onun için…
‘Cemal’in kahkülü kara,
Altın tarağıyla tara,
Cemal burdan geçti m’ola,
Göğ ekini yara yara…’
. . .
23 Eylül 2016 tarihinde Sivas Erzincan karayolunda meydana gelen kazada elli sene önce Yetim Cemal’in ölümüne yaşın yaşın ağlayan çıplak ayaklı küçük oğlan öldü Sarıkayalılar ! Siz onun ölümüne ağıt yaktınız m’ola? Yoksa iki satırlık bu kaza haberini okuyup geçtiniz mi? Siz de mi ahir zaman adamı oldunuz Sarıkayalılar, Künyeliler, Pungulular, Develililer, Yahyalılılar ! Karacoğlan dilini unuttunuz mu? Dadaloğlu kanınız kurudu mu? Sözünüz olmayınca, sesiniz olmayınca, ağıdınız olmayınca neye yararsınız karadağlar üzerine dağılmış Avşar obaları, yörük çadırları, Türkmen damları, köy odaları… Neye yararsınız?
. . .
Dağıstan Resul Hamzat’ındır. Beş şehrin beşi de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın. Toros Dadaloğlu’nun… Develi, Ahmet Fırat adlı bir Türkmen kocasının malıdır, ki tapusu 566 sayfalık bir koca kitapta kain ve kaim. Seyrani ortağıdır onun, başka kimseler değil.
. . .
Bu Eylül başında Hakim Berna Soyluer hediye etmeseydi, on yıl kadar önce Ankara’da Adalet Bakanı Teftiş Kurulu Başkanı olarak tanıyıp ayak üstü sohbet ettiğim uzun boylu, görkemli adamın kitabından haberdar olamayacaktım. ‘Torosların Ehmeti’ adlı kitap bir yıl önce Alfa Yayıncılıktan çıkmış, kitap dünyasını takip etmeye çalışan biri olmama rağmen dikkatimden kaçmıştı.
Hatırat, hissiz, soğukkanlı ve çoğunlukla tarafgir tarih disipliniyle kıyaslandığında yüreğe değen, içine düşülen, yaşandığı ana götüren özellikleri dolayısıyla bana her zaman daha sevimli gelmiştir. Tarihin kuş gözüyle gördüğünü hatırat yazıcısı burnumuzun ucuna getirir. O anı yaşatır, başkasının penceresinden izleriz hayatı. Hatırat kıymetlidir ama bizim yazılı kültürümüzde eksiktir. Biz geçmişi güçlülerin, taraf olanların, galiplerin kaleminden okumayı tercih ederiz. Vak’anüvis kaydına bile itibar etmeyiz.
Torosların Ehmeti, bir bürokratın çocukluğundan başlayıp 65 yaşına kadar yaşadıklarını içeren, baştan başa kah güzelleme, kah koçaklama, kah mersiye, kah methiye tadınla yazılmış şiirsel bir hatırat. Şiirselliği hem aktarılan hayatın görkeminden, hem de kullanılan dilden kaynaklanıyor. Bu kitap koca bir milletin Toroslarda kaysak tutmuş, mayalanmış, köklenmiş dili ile yazılmış. Belki en büyük özelliği de bu.
Torosların Ehmeti, ilk sayfasından itibaren beni saran, içine alan, şaşkınlık uyandıran bir eser oldu. Bir solukta bitirdiğim bu kitapta Şevket Süreyya’nın Suyu Arayan Adam’ının, Resul Hamzat’ın Benim Dağıstan’ımın, Refik Halid’in Memleket Hikayelerinin tadı vardı. En son eski Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in Çekerek Kıyıları adlı eserinde böylesine büyülü bir geçmiş zaman öyküsünün içinde bulmuştum kendimi. Torosların Ehmedi, ilk bakışta özensiz bir ada sahip olmakla birlikte bir hukukçunun kalemine ait olamayacak ölçüde sıcak ve derin bir metindi.
Benim vaktiyle bir kaç kez gelip geçtiğim, bana hiç bir şey söylemeyen, ruhuma alabildiğince yabancı gelen Aladağlar ile Binboğalar arasındaki Sarıkaya adlı bir köyde 1949 yılında doğan, yokluğun, fakirliğin, kapkara bir cehaletle vahiy misali bir irfanın arasında büyüyen, dağ pınarları kadar tertemiz bir Türkçeyle konuşan bir Türkmen çocuğunun hatıralarını konu eden bu kitap aynı zamanda değişen Anadolu’nun, gelişen Türkiye’nin, başkalaşan dünyanın şahit beyanını içeriyor.
Torosların Ehmeti, tek bilgi kaynağı halk irfanı olan, eliyle kazanıp terini silerek karnını doyuran, bin yıl önce Asya bozkırındaki usul ile yaşayan insanların, cumhuriyetin ikinci neslini doğururken yaşadığı değişimi anlatıyor. Hem de bundan altmış yıl önce Toroslarda konuşulan Türkçe ile. Daha önce duymadığınız kelimeleri anlıyor olmanın hazzıyla Türkçe’ye yeniden aşık oluyorsunuz. Onun Sarıkaya Köyünde başlayan, Pazarören ile Kepirtepe’de süren eğitim yıllarını okurken yeni Türkiye’nin ayağa kalkma gayretine şahitlik ediyorsunuz. İlkokul öğretmenliğinin ardından İstanbul’a Hukuk Fakültesine gelişi, büyük şehirle karşılaşması, savcılık ve müfettişlik dönemlerinin ardından Avrupa Birliği genel Müdürlüğüne, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğüne, Teftiş Kurulu Başkanlığından Hukuk Etiği uğraşılarına uzanan geniş faaliyet alanında yapıp ettikleri görkemli ve tertemiz bir ömrün ‘defteri âmal’i niteliğinde ayrıntılarla sayılıp dökülmüş. Bir kişisel biyografi olarak tanımlanması mümkün değil tüm bu yazılanların. Bu toplumun yaşadığı çalkantılar, sığ taraftarlıklar, basit çıkar hesapları, memleketin yaşadığı gerilimler… hepsi insaflı bir nazarla kuyumcu terazisinde tartılırcasına incelik ve özenle kaydedilmiş.
Kitap bittiğinde aslında ne kadar kirli olduğundan yakınıp durduğumuz dünyanın tertemiz bir ruha değemediğine, hiç bir yapaylığın, hiç bir çirkinliğin Toroslarda akan dağ pınarlarını çirkefe dönüştüremediğine ikna olup utanıyoruz kendimizden.
. . .
Bu etkileyici kitaba ilişkin bir kaç satırlık tanıtım yazısını sosyal paylaşım sitesinde yayınladıktan hemen sonra arkadaşlarım 23 Eylül 2016 tarihli kazadan haberdar ettiler. Ahmet Fırat, Sivas Erzincan Karayolunda meydana gelen bir trafik kazasında vefat etmiş, göz açıp gördüğü, gönül verip sevdiği sevgili esşi Azibe Hanım yaralanmış.
. . .
‘Nerede nasıl ve ne zaman öleceğimizi bilemeyiz, ama nasıl bir hayat süreceğimize karar verebiliriz’ cümlesiyle başlayan kitabını yazarken nerede nasıl ve ne zaman öleceğini bilmeyen ama tertemiz bir ömür süren, hem kalem, hem hukuk dolayısıyla meslektaşım olan bu büyük üstada yaşarken tazimimizi bildiremedik ise de ölümünün ardından bir şeyler söylemek okuyucu vefasının gereğini yerine getirmek olsun. Zira yazık ki bu zarif ve naif eser bu karalama çağında kaybolup gidecek, yazarı ise yakınlarının zihni dışına çıkıp edebiyat aleminin dikkatini çekemeyecektir. O sebepten biz bu yazı ile tarih düşelim bu cismi gibi eseri de büyük olan anıt adama.
Yaşarken kendi defteri amalini kendi kalemiyle yazmak bahtiyarlığı her ölümlüye nasip olmaz. Hem de anasından öğrendiği dille, hem de köyünde koyun keçi güttüğü ruhla… biz onu yaşarken kısa bir zaman mülaki olup sohbet etmek dolayısıyla değil, bize bıraktığı muhteşem eserinden okuyup öğrendiklerimizden ötürü tanıyıp bilir ve iyiliğine şahitlik ederiz.
Her zaman olduğu gibi bir daha Galib’in mersiyesiyle ‘Ah minel Mevt !’ Torosların Ehmedi bir kaç zaman daha muammer olaydı ne var idi.’
Hulusi ÜSTÜN
Hulusi Bey
Torosların Ehmeti yazınız sebebiyle size teşekkür ediyorum. Ahmet Fırat benim yakınımdı ama o benim Can Ahmet Abimdi. Bu beklenmedik ölümü bizi çok üzdü. Onun arkasından ağladığım kadar kimsenin ardından ağlamamışımdır. En verimli çağında gitti. Tabii yapılacak şey yok, onun hatırasını yaşatmaktan gayrı. Bendeniz İslam Hukuku Profesörüyüm ve garibce.blogspot.com diye bir blogum var. Ayrıca da yine aynı isimli Face sayfam. Torosların Ehmet’ini tanıtma amacıyla elimden geleni yapmaya çalıştım. Keza benim gibi gene bir Farsak hocası torunu olan Prof. Dr. Ferhat Koca’nın tanıtıcı yazısını kendi sayfamda da paylaştım. Ama ne yazık ki gözleri kamaştıran şöhretlerin peşinde koşan insanlar Ahmet Fırat gibi değerleri pek görmezler. Bu yeni bir durum da değildir. Biz Şarkt’ta kitapların kaderi de insanların kaderi gibidir. Nice değerli kitap vardır, bilinmez. Öte yandan fazla bir kıymeti ilmiyesi olmayan nice kitap da hemen her evde kendisine yer bulur.
Yazınızın girişindeki serzenişlerinizde haklı olabilirsiniz. Ama emin olun ki Develi özellikle de Sarıkaya ve çevre köyler bu değerli insanın değerini biliyordu, ama çoğu kez yaptığı gibi belki ifade edemiyordu. Cenazesini teşyi ettiğimiz o günde halk, ona olan sevgisini sel olup elden geldiğince ifade etmişti. Yeter miydi elbette yetmezdi. Onunla ilgili ardından eminim ki nice ağıtlar yakıldı ve yakılacak, nice şiirler yazıldı ve yazılacak, benim bundan kuşkum yok. Çünkü böylesine bir sevgiyi başka türlü teskin etmek olası değil. Onun özellikle adalete dair üzerinde çalışmakta olduğu bir eseri vardı. İnşallah o da yayınlanır da yüreğimize bir nebze olsun su serpilir.
Bu kadirşinas yazınız seebiyle tekrar teşekkür ederim. Bu vesile ile de tanışmış olmaktan sevinç duyarım.
Bu arada Torosların dili ve kültürüne ilginiz sebebiyle fakirin Torosoğlu Garibce Divanı Garibce Yazmış Diyeler diye manzum bir eseri olduğunu da ıttılalarınıza sunarım.
Saygı ve sevgiyle.
Prof. Dr. Mehmet Erdoğan
0535 5780889
Garibce Torosoğlu
garibce.blogspot.com