Şehir insanın yeryüzündeki izidir. Ekilen toprak orman olur, yürünen yolu ot bürür, mezarı kaybolur insan dediğinin, adı sanı unutulur. Şehir kalır insandan geriye. Faniliğe meydan okuyan bir cüretle… Konstantin’den İstanbul kalır geriye, Remus ile Romulus’ten Roma, İskender’den İskenderiye…
İnsan ve zamandır şehrin bânisi. Tanrının şehir kurulmak üzere bir takım ayrıcalıklar kattığı topraklar üzerinde zaman ve insan el ele verir. İnsanoğlu taşa, toprağa ve suya emeğini, terini, estetik algısını katar. Zaman ise imkanları evirip çevirir, insanın aklına değer, gönlüne değer, eline değer…
İnsan ve zamandır şehrin bânisi. Ey Şehremini sen değil, insan ve zamandır şehrin bânisi.
İktidarın sana sağladığı yetkiyi temsil eden sihirli değneğini acemi bir büyücü gibi şehrin olur olmaz yerlerine kısa ve basit hesaplarla değdirmeyeceksin Böylesi bir cüret zamana, tarihe senden önce orada yaşamış milyonlarca cana saygısızlık olur herşeyden önce. Ve kısa iktidarın süresince şehircilik sanatını öğrenemeyeceğinden, değneğini dokundurduğun yerde çirkin siğiller, üzeri tüylü urlar, içi cerahat dolu yaralar gibi yükselecek senin fani iktidar koltuğunun irtifasından şaheser gibi görünen, küçük aklınla onur duyduğun heyula binalar…
Şehremini, tıpkı mabedine çekilmiş bir mümin gibi huşu ile… kendisine tevdi edilenin zaman, tarih, milyonlarca insanın emeği ve teri ve inancı ve hevesi ve ümidi olduğunun bilinciyle… Şehremini sakin bir kalp, emin bir el ile… Şehremini, izzet ve vakar ile… bilecektir ki, insan ve zamandır şehrin banisi…
. . .
Tıpkı ademoğlu gibi ruhu, yüzü, görevi ve ömrü olan canlı bir oluşumdur şehir. Barındırdığı, yuva olduğu insanın sevinciyle kederiyle, barışı ve savaşıyla, ölümü ve doğumuyla şekillenen canlı bir oluşum. Doğar, büyür, gelişir… kimi zaman varlığı tıpkı diğer canlılar gibi toprakla örtülür. Sebastopolis gibi. Eriha gibi… ondan geriye hiç bir şey kalmaz toprak üstünde. Bir zamanlar evrenin sırrının konuşulduğu mermer döşeli agoralar üzerinde bir çoban keçi otlatır, toprağın altında var olanlardan habersizce. Ondan geriye hiç bir iz kalmaz…
Senden de hiç bir şey kalmayacak geriye ey kaderin küçük köhne haneler içinde bulup kısa süreli saltanatlar bahşettiği yetkili. Sana tanınan süre içinde şehrin hiç bir yerinde hiç kimseye ayrıcalıklı bir yaşam alanı oluşturma hakkına sahip değilsin.Tüm ayrıcalıklı yaşam alanları kamuya aittir. Şehrin hükmi şahsiyetinindir oralar. Ne yüksek rakımlı konumlar, ne manzaralı kıyılar, ne yeşiller, ne maviler senin içinden çıktığın hanenin ve civarındaki başka küçük hanelerin sakinlerinin hakkı değildir. Vaktiyle senin hanene yakın olmak ayrıcalık katmaz onların varlıklarına… Ya da senin gibi düşündüğü için yakınında tuttuğun başkalarına ait olamaz ne yüksek konumlar, ne kıyılar, ne yeşiller, ne maviler ne allar…
Doğumuna şahitlik etmemiş olsan da saygı duyacaksın onun hayatiyetine ey bu şehrin sakini. Günün birinde ‘toprağın üzerindeki herşey toprak olduğunda’ yere düşen bir tohumu yeşertme gücünü elinden almadan, yani ki, toprağı ilelebet geri dönülemez bir kısırlığa mahkum etmeden, doğa ile, doğaya ait olanla inşa edeceksin yaşadığın yeri. Unutma ki yüce ve korunaklı binalar içinde olmak seni ölümsüz kılmaz… İçinde bulunduğun şehirde asıl ikametgahın yüksek plaza odaları değil her nasılsa binlerce insanın sığabildiği dipsiz bir kuyuya benzeyen, üstü soğuk selvilerle bezeli mezarlıktır ey ahali…
. . .
Ve insanın ruhu siner şehre. Ama her şehre… Ona canlılık veren insanın kendisidir. Tıpkı bedene can veren hava gibi… İnsan varsa anlamlıdır taş duvarlar. İnsan varsa işe yarar geçitler. Ve onların hisleri siner taşa toprağa, duvarlardan sarkan dallara… Petersburg bir Rus gibi sağlam yapılı ve soğuk tavırlıdır. Bağdat bir Arap gibi sabit ve ağır… Pekin, Han halkı gibi bilge ve özgün, Delhi İndra gibi karmaşık ve şaşırtıcı.
Adım attığın kaldırım taşı şehir denen bu canlı yapının bir hücresi. Duvar döküntüsü derisi. Gölgeli ağaçlar ve gölgesindeki çiçekler vücudundaki ayva tüyleri. Değmeden önce durup düşünmeli. Ki elin bir Moğol atlısının kirli elleriyle aynı işi görmesin… şehre değerken bir ter ü taze nazenin dilberi süsler gibi, şefkat ile, rikkat ile, dikkat ile…
Hiç bir Moğol istilası, içinde herşeyin alınıp satıldığı devasa zigguratlarla doldurmak kadar zarar vermemiştir şehre. İnsan topraktan yukarıda yurt tutunca uzaklaşır kendi ruhundan. Şehir binlerce insanın ruhunun bileşimidir ey Ademoğlu. Şehri tepeden temaşa etmek saadet, zigguratlar üzerinden izlemek zillet verir ruha. İn aşağıya… şehrinin toprağına değ. Sana binlerce yılı anlatmak için dile gelmeye hazır taşa değ, duvara değ, ağaca değ…
Zaman, şehri insan topluluklarına nikahlar. Taşı, duvarı, sokağı ve caddeyi, köprüyü ve bahçeyi bir insan topluluğuna ait kılar. Onlardan başkası yakışmaz o şehre. Tenochtitlan Azteklerindir. Cuzko İnkaların. Kaşgar Uygur’a aittir. San’a Belkıs’a… Varlığını özgülediği insanlarla birlikte yok olur kimi zaman şehir. Başkaları gelip eskisiyle ilgisi olmayan yeni şehirler kurar onun üzerine. Eskinin üzerini örterek. Truva gibi… kurulan her yeni şehir başkasının olur.
Bir yayla köyünde doğup kasabasında okuyan, dört yıl yüksek mektep ikmal edip üç ay yurtdışında bulunan yeni yetme delikanlı planlayamaz şehri. Şehri sahipleri planlar… O şehirle nikahlanmış olanlar… O şehirde kuşaklar boyu yaşamış ve ölmüş olanlar… O şehirde hayat bulanlar… Yad ele açmamalı şehrin nikabını… geçmişine acımaz, yadigarına saygı duymaz, seni anlayamaz… Şehri onarma hakkı o şehrin sakinlerinin hakkıdır. Bir yayla köyünde doğup kasabasında okuyan, dört yıl yüksek mektep ikmal edip üç ay yurtdışında bulunan yeni yetme gencin değil…
Ve on günlük bayram tatilinde sekiz milyon insanın terk ettiği diyar onların değildir. Terk etmeyenindir. Bayramını orada yaşayan, yasını orada tutan, orada eğlenen, orada ölenlerindir.
. . .
Şehir insanın yeryüzündeki izidir. Ekilen toprak orman olur, yürünen yolu ot bürür, mezarı kaybolur insan dediğinin, adı sanı unutulur. Şehir kalır insandan geriye. Faniliğe meydan okuyan bir cüretle… Konstantin’den İstanbul kalır geriye, Remus ile Romulus’ten Roma, İskender’den İskenderiye…
Senden geriye yaşayan ve yaşanılan, senden geriye sokaklarında tanış biliş olunan şehir kalsın. Senden yüzlerce yıl sonra senin bastığın taş sana ait öyküyü anlatsın sonraki kuşaklara. Var olanı yıkma. Gidilemez, varılamaz, ulaşılamaz kılma şehri. Senden geriye biz iz kalsın taşında toprağında. Çocuklar babalarının yürüdüğü yollardan gelip geçsin.
. . .
Şehir insanın yeryüzündeki zaferi ve hezimetidir. Nakşı veya karalaması… Gururudur yahut Hiroşima gibi, Nagazaki gibi, Kartaca ile Grozni gibi utancıdır. Her şehir, içinde mukim olanların aynadaki görüntüsüdür. Onur ya da utanç duyarsınız ona baktığınızda. Ya kahreder, ya şarkı söylersiniz.
Adına kuşaklar boyu şarkılar söylenmiş bir sevgilidir şehir. Tıpkı Tebriz gibi.
‘Kollarım dolana boynuna bir gün
Yine baş koyaram dizine Tebriz
Hasretten hicrandan yana doymuşam
Doyunca bakaram gözüne Tebriz.’
Feyruz’un sesinden bir sevda terennümü olur şehir. Der ki ona;
‘Li Beyrut… min kalbi selamun li Beyrut…
Ve Kubelin li bahri ve buyut…’ 1
Ve dinç bir delikanlı sesiyle dile gelir o sevda kimi zaman.
‘Sarayevo, grade moj
Njoj sam dao zivot svoj’ der. 2
Bir Edith Piaf sesinden akordeona karışır.
sous le ciel de paris
s’envole une chanson
elle est née d’aujourd’hui
dans le cœur d’un garçon 3
Ve sevda önce renge, sonra şiire, ardından bir büyülü nefesle şarkıya dönüşüp efsunuyla sarar maşukunu. Der ki ona Yahya Kemal gönlünden, Münir Nurettin sesinden,
‘Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.
Görmedim gezmediğim sevmediğim hiç bir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.’
. . .
İnsan ve zamandır şehrin bânisi. Tanrının şehir kurulmak üzere bir takım ayrıcalıklar kattığı topraklar üzerinde zaman ve insan el ele verir. İnsanoğlu taşa, toprağa ve suya emeğini, terini, estetik algısını katar. Zaman ise imkanları evirip çevirir, insanın aklına değer, gönlüne değer, eline değer…