Bizim için köprü, bir akarsuyun iki yakasını birbirine bağlayarak yolun devamını sağlayan geçit olmaktan çok öte anlamlar taşıyor olmalı. Her şeyden önce bizler, binlerce yıldır üzerinden ırkların, kavimlerin, uygarlıkların gelip geçtiği bir köprü coğrafyanın sakinleriyiz. Yüz yıllardır yaşam alanımız olan topraklar Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir köprüden çok neye benzetilebilir ki. Tam olarak ne doğuya, ne batıya ait olmayışımız bu yüzden, bu yüzden biraz yanık tenli, biraz sarışınız, envai çeşit rengin birbirine girdiği bir ebru teknesine benzememiz bu yüzden.
Bu topraklarda yurt tutan insanların köprüler inşa etmekte ve köprü uygarlıklar kurmaktaki becerisinin ardında yatan sır da bu olmalı. İnsanlığın ilk kagir köprüyü bu topraklarda M.Ö XIII. Yüzyılda inşa ettiği, arkeologların gün ışığına çıkardığı bir gerçek. 1 Bugün Boğazköy’de (Hattuşaş) temelleri duran Hitit dönemine ait bu köprü kalıntısı Anadolu ve Balkan coğrafyasındaki köprü uygarlığının bilinen ilk izidir. Sonrası her biri birer mimari şaheser olan ve Anadolu topraklarını çizgi çizgi kat eden akarsuların iki yakasını birbirine bağlayarak kervanların, orduların, dervişlerin ve sevgililerin güzergahını kolaylaştıran köprüler zinciridir bu toprakların tarihi.
Köprü kurmakta bizim kadar mahir olan başkalarının da yeryüzünden gelip geçtiğini yazıyor tarihler. Eski dünyanın dört bir köşesine lejyonlarını yayıp bütün yolları Roma’ya bağlayan Romalılar, güçlerini bir köprü medeniyeti kurmuş olmalarına borçludur belki. Önce başkentlerinin sınırı olan Tiber nehri üzerine su içmeye eğilmiş bir ceylan kadar zarif Pons Salarius’u inşa ederek işe başladılar. Ardından Tojo, Ren, Sen, Tuna, Meriç, Kızılırmak, Fırat ve Dicle üzerine kondurdukları taş köprülerle dünyanın bilinen bütün bölgelerini kendilerine bağladılar. Bununla birlikte onların ilk köprü ilhamını Anadolu’dan gelen ve Roma medeniyetinin zeminini oluşturan Etrüskler eliyle Hititlerden almış olabileceklerini düşünmemek de elde değil. Başka bir çok konuda Anadolu medeniyetini Roma’ya taşıyan gücün Etrüskler olduğunu kabul ettiğimize göre tıpkı Kibele gibi, Nortia gibi, saygı değer kadınlar gibi, kubbe, kemer ve köprüyü de Anadolulu Etrüsklerin Roma’ya hediyesi olarak kabul edebilir miyiz. 2
Bir başka köprü medeniyeti de And dağlarının zirveleri üzerinde yeşeren ve dipsiz vadileri, Amazon nehrinin azgın kollarını sarmaşık dallarından yapılma ahşap asma köprülerle birbirine bağlayan İnkalardı. Onlar hızlı koşucular aracılığıyla bir haberi birkaç gün içinde dağların geçit vermemeye kararlı olduğu imparatorluğun bir ucundan diğer ucuna taşırken coşkun nehirler ve kör vadiler düğümlenmiş sarmaşıklardan yapılmış köprülerle geçit veriyordu. İspanyol işgalciler İnka ülkesindeki devasa taşlardan yapılmış şehirlere olduğu kadar bazen yüzlerce metreyi bulabilen ahşap köprülere de hayranlık duymuşlardı.
Bununla birlikte köprü mimarisinin en müstesna örneklerinin Osmanlı imzası taşıdığı da gözden kaçırılmaması gereken bir husus. Osmanlı, debisi yüksek akarsuların Devlet-i Aliye ordusuna ve uygarlığına sınır çizmesine izin vermemek adına, yoluna çıkan nehirler üzerine alımlı köprüler inşa ederek uzak coğrafyaları kendisine bağlamıştır. Doğu şehirlerinden Balkan içlerine uzanan yol Muş ovasında dingince akan Murat nehri üzerine kurulu Muş köprüsünden Neretva ırmağı üzerine kurulu Mostar köprüsüne kadar bin bir kemerli, zarif taş köprülerle doğu ve batı uygarlıklarının iki yakasını bir araya getirir, farklı renkleri, dilleri, kültürleri sesleri ve renkleri Osmanlı topraklarında harmanlardı. Hem dinin kutsadığı bir hayır hizmetiydi köprü yaptırmak. Tıpkı yoldaki bir taşı kaldırıp kenara atmak gibi ırmağın, vadinin, bataklığın geçit vermesini sağlamak da Tanrı rızası için işlenen bir hayırlı ameldi. İslam Dini köprü yaptırmayı sürüp giden bir hayır (Sadaka-i cariye) olarak kabul etmiş, bu nedenle öldükten sonra sırattan geçeceğine inanan Müslümanlar dünya hayatında başkalarının gelip geçeceği köprüler inşa etmeyi bir dini vecibe olarak telakki etmişlerdir. Geyve civarında, Sakarya nehri üzerine kurulu Sultan II. Bayezit köprüsü kitabesinde yazılı hadis metni bu anlayışı en güzel şekliyle ortaya koyar. Kitabede Hazreti peygamberden rivayet edilen “Ed dünya kantaratü’l uhra!” sözü yazılıdır.3
Her hayırlı amelde olduğu gibi köprü inşasında da estetik ve edep gözetilirdi. Bu nedenle Osmanlının köprü inşasında ortaya koyduğu beceri, taşa giydirilen zarafet ve inceliğin yanında köprüye yüklenen simgesel anlamlar üzerinde de ciltler dolusu kitap yazmak mümkündür. Köprünün uzunluğu, üzerindeki namazgahlar, konak yerleri, kitabeleri, kemer sayısı… Tüm bu öğelere dinsel ve deruni anlamlar yüklenmiştir. Silivri Tuzlu çayır deresinin denize döküldüğü yere inşa edilen ve bir Mimar Sinan eseri olan Silivri köprüsü toprak altında kalan tek gözle birlikte otuz üç kemerlidir ve bu tespih sayısına tekabül eder. Edirne Uzunköprü ilçesinde II. Murat’ın yaptırdığı 174 kemerli köprünün altı yükseltiden oluşması köprünün banisi Sultan II. Murat’ın altıncı padişah olduğuna işaret etmektedir.4 Aynı şekilde halk nazarında beş kemerli köprünün İslam’ın beş şartına, dört kemerin dört kutlu halifeye, altı kemerin imanın altı şartına işaret ettiğine inanılmakta ve köprülerin yapılış saiki olan dini düşünce canlı tutulmaktadır.
Adı bütün dünyada mazlum bir güzelliği çağrıştıran Mostar köprüsü ise başlı başına bir estetik ve mimari harika olarak belleklerde yer etmiştir. Hiçbir köprü silueti onun kadar hayranlık uyandırmamış, hiçbir köprü ismi onun kadar bir medeniyetle ve yüzlerce yıllık tarihle özdeşleşmemiştir. Bosna’da Neretva nehri üzerine kurulu bu köprü, varlığıyla o topraklarda geçen altı asırlık Osmanlı dönemine şahitlik etmektedir.
Evliya Çelebi onu bir gökkuşağına benzetip Kavs-i Kuzah demiştir. Aşık Çelebi ise Kudret kemeri… Onu övmek ve en uygun benzetmeyi yapabilmek için yazarlar, şairler birbiriyle yarışmıştır. Birine taştan dondurulmuş bir hilali, bir başkasına ulaşılamaz gök kubbeyi, hiçbir şeyle ölçülemez sanat dehasını çağrıştırmıştır Mostar köprüsü.
Bu köprü 12 metre uzunluğundaki tek kemeriyle İslam’ın tevhit inancını sembolize eder. Nehrin iki yakasında oturan iki ayrı dinin mensupları dört asrı aşan bir süreden beri bu köprünün üzerinden gelip geçerken adeta Tanrının birliğinde buluşmaktadır.
9 Kasım 1993 tarihinde Hırvat topçusunun açtığı ateşle Mostar köprüsünün Neretva Nehri sularına gömülüşü Balkanları kan gölüne çeviren savaşın çirkin yüzünü bütün açıklığıyla ortaya koyuyordu. Savaşın insanlık için ne büyük felaket olduğu köprünün yıkılışını gösteren görüntülerle insanların zihnine kazındı. Uygarlık kültürler arasında zarif köprüler kurmuş, farklı dilleri, dinleri ve mezhepleri buluşturmuştu fakat savaş bu köprüleri yıkıyor, Ademin çocuklarını birbirinden ayırıyor ve öldürüyordu. Bu noktada dört yüz yıl önce köprü kuranların bugün birbirini boğazlayan modern çağ insanından daha uygar olduğu gerçeği göz ardı edilemez.
İşin sevindirici yanı şu oldu ki, Mostar Köprüsünün bir çocuk masumiyetiyle vurulup suya gark oluşu, binlerce insanın öldürülüşünden daha büyük bir infial yarattı ve Bosna’da tarafların anlaşmaya oturdukları ilk günlerden itibaren köprünün yeniden inşası konusu tartışılmaya başlandı. IRCICA, UNESCO ve Dünya Bankasının öncülüğünde hazırlanan projeyle uygar dünyanın temsilcileri el ele verdi ve köprünün suya düşen parçaları çıkartılarak aslına tam anlamıyla uygun bir şekilde Mostar köprüsü ihya edildi.
Bu köprünün ihyası insanlığın savaş karşısında duyduğu utanç ve nedamet hislerinin ifadesi oldu en çok. Aralarında Türklerin de bulunduğu onlarca firmanın ortak çalışması sonucu 23 Temmuz 2004 yılında yapılan açılışla Neretva Nehri üzerinde yükselen kudret kemeri halkları tanrının birliğinde buluşturdu. Köprünün yıkılışı nasıl insanlığın ve medeniyetin yenilgisi anlamına geliyorsa yeniden inşası da savaşa ve soykırıma duyulan nefretin ifadesi oldu. Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Bosnalı Mimar Hayrettin’in 1556 yılında inşasını tamamladığı bu muhteşem eser, Osmanlı medeniyetinin insanlığa bir hediyesi olma anlamını devam ettirmektedir.
“İnsanlık, köprü kurma konusundaki becerisi ölçüsünde uygardır” şeklinde bir tez ileri sürecek olursak bunun aksini kanıtlamak çok da kolay olmayacaktır. Tarih belki de insanlığı köprü kuranlar ve köprü yıkanlar olarak ikiye ayıracaktır.
- Rudolf Nauman, Die hethitische Brücke über die Schlucht bei Büyükkaya (Boğazköy) Nr 94, 1963, s 24-32
- İtalya’da M.Ö VI. Yüzyılda inşa edilmiş olan Bieda köprüsü bir Etrüsk eseridir Konuyla ilgili bilgi Daremberg – E. Saglio. Dictionnaire des antiquites Grecques et Romaines, 1881, IV –A. s 559 – 567
- Dünya ahiretin köprüsüdür, anlamına gelen bu hadisin yanında bazı raviler Hazreti peygamberin “Kim Allah rızası için bir köprü yaptırırsa Allah ona sırattan geçmeyi kolaylaştırır” şeklinde bir hadisini naklederler. Bu hadis de Geyve Sultan Beyazıd-i veli köprüsünün kitabesinde Arapça yazılıdır.
- İ. H. Balkas Tarihte Ergene ve Uzunköprü, 1958