Kıymetli, atufetlü Dervişzade İsmail Efendi Hazretleri…
Evvelan mahsus selam eder kitap kokulu ellerinizden hasret ile öperim. Hasret ile tabii.. bilseniz ben sizi ne çok özledim. Ümidim odur ki halen sakini bulunduğunuz Cennet-i Naim’in sizin Trabzon şivenizle söyleyecek olursak ‘Baridays of tı puk’ (Paradise of the book) adlı kütüphanesindeki mesainizden memnunsunuzdur. Hani zevcenizin sizi fazlaca inhisarı altına aldığına dair ufak yakınmalarınıza şahit olmuştum. Temenni ederim ki o mekanda sizi murakabe edecek kimse olmaz da bir elinizde el yazması kadim eserler, diğer elinizde dünyadayken içmeyi pek arzu ettiğiniz halde bir türlü tadına baktırmadıkları lal rengi şarap, sırtınızda harir ü çuhadan kamis… önünüzde hizmetinize tahsis edilmiş huri ü gılman… hasılı iyi olmanızı dilerim. Ve yine bilaşek… tıpkı lütfu, keremi, rahmet ve merhameti gibi misafirperverliğine de payan bulunmayan Hak Teala sizi hoşnut kılmıştır bu hususta. Dilerim…
Ne iyi ettiniz gittiğinize… Üç beşi dini, kalanı içtimai, kanuni, siyasi bilmem kaç çeşit yasağın yaşanmaz kıldığı bu dünyadan ayrılmakla ne iyi ettiniz. İşin tek kötü tarafı ahbab ü yaranla görüşemiyor olmak. Mamafih teker teker geliyoruz da arkanızdan. Sizin adınız güzel bir referans oluyormuş orada. La teşbih dünyada şu aralar felanca görüşten olmak insanlara nasıl ayrıcalık sağlıyorsa sizin tanıdığınız olmak da ahirette öylesi bir iltimas vesilesiymiş. Hoş bize emri hak vaki olup yanınıza gelecek olsak bilmem ki sizin tavassutunuz yeter mi? Deli gönül ne dediyse eyledik, kırmadık ceviz bırakmadık, üstüne üstlük hâlkımızı küçümsedik, Kitap Partisi’nden başka bir partinin de aktif üyesi olmadık, ne sağa ne sola yarandık Azizim. Zaten Karadenizli, Avşar mavşar da değiliz. Hak bize dü cihanda inayet ede…
Efendi ne oldu gaybubetinizde geçen iki yıl zarfında haber vereyim. Bu yıl üçüncü defa kiraz ağaçları çiçek açtı. İlk yıl her kiraz görüşümde gözümün önüne geliyordunuz, el uzatamıyordum. Bu yıl sizi aklımın ucuna getirmeden tabak tabak kiraz yediğim oldu yalan yok. Ee ‘bir kere ölmeyegör’ demişler. Nazım da ne demiş… ‘ en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı…’
Siz gittikten sonra bir yıl kadar ara verdim Kitap Partisi’ne. Malum sizi oradan tanıyıp sevdik. Oradan uzun süreli muaşakamız, münazaramız oldu Siz Kitap Partisi’nin banisi, sahib-ül hayrat vel hasenatısınız… ‘ Takip edecek olsam yareme tuz dökülecek… En iyisi görmeyeyim’ dedim. Bir ben mi? ‘Hulusi-i sağir’ deyip pek sevdiğiniz Manisalı küçük Hulusi de kayboldu. Muhibbanınızdan Gökhan bey kitaba ilişkin merakını Ben-i İsrail mevzuuna indirgedi. Ara sıra seks hakkında da bir şeyler de okuyup yazıyor. Sair ahbab ü yarandan hiç kimse kalmadı desem yalan değil.
Benim partiden ayrılmaklığım bir yıl kadar sürdü. Döndüğümde partiye sizin pek sevdiğiniz Ankaralı kitapsever bir genç sahip çıkıyordu. Mamafih halefiniz Ethem Efendizade Canturk Bey de kıymetdar bir genç idi. Hak ömrünü size benzetmesin, yaşlılığında öyle bir çelebi, öyle bir bilge, öyle bir kamil adam olur ki… Yapayalnız kalır. Sağında solunda kimsecikler olmaz. ‘Çok biliyor bu!’ diye kimse yanına yaklaşmaz. ‘Çok dürüst’ diye selam vermezler… Öyle can bir adam Cantürk…
İki yıldan fazla o sahip çıktı Kitap Partisi adlı terekenize. Üye ekledi, kitap paylaştı. Yazdı, çizdi, fotograf çekti.
Derken geçenlerde o da ‘gidiyorum’ dedi. ‘Yahu nereye!’ demeye kalmadan… O gidince sizin partinin iyice tadı tuzu kaçtı. Eskisiyle mukayese edildiğinde kimsenin kitap paylaştığı, kitap anlattığı, kitapla ilgili bilinmeyenleri ortaya döküp saçtığı yok. ‘Çık’ diye çekiyorlar gördükleri kitap kapağını… ‘şık’ diye koyuveriyorlar sayfaya. Kitap hakkında malumat, izahat, tavsiye, mütalaa hak getire. Geçenlerde birisi ‘kan aranıyor’ ilanı bile paylaştı. Lalettayin bir sayfaya döndü partimiz. Huzurunuzdan haşa, meydan siyasi partilere kaldı kalacak…
Ne iyi ettiniz gittiğinize… Zaman, her şeyin tadını tuzunu kaçıran, her şeyi revaçtan, kıymetten düşüren bir mefhum oldu velhasıl.
Ben neyledim yokluğunuzda… İlk aylar zordu. Şeyh Galib’in Mersiyesi’yle ardınızdan ağladım. İlk sene kiraz yiyemedim. Çöreotu görünce aklıma düştünüz. Çatladıkapı’ya da gidemedim. ‘Bir kaç zaman daha muammer olaydı ne var idi’ deyip dolaştım. Derken tekrar daldım kitaba deftere. Sizinle Memet Varış’a yayınlatıp bir milyon adet satmayı düşündüğümüz o çalışmamı Varış ağır davranınca sizin bir cümlenizi de vasiyet kabul ederek geçen yıl şu ibrikçibaşı kılıklı adama verdiydim. Yayınladı, güzel de oldu. Dediğiniz kadar varmış, halt etmişim. Bir akşam ayaküstü ‘Sağlığında Dervişzade’nin paraya ihtiyacı vardı da akşamın bir saati koştura koştura telif götürdüydüm’ deyince ‘hadi ordan müptezel’ dedim. ‘Verdiğini al, verdiğim sende kalsın!’ böylece koparıverdim ilişkimi. Hasılı doğmadan ölüverdi kitap.
O kitabın yayınlandığı gün ayağım kırılmıştı. Alçılandık, dört ay boyunca doksan derecelik açıyla evde oturur durumda kaldım. O esnada eski bir çalışmayı elime aldım. Yaza kadar geceler boyu yazdım yazdım. Muhterem eşim ‘misali şem ben ile yandı’ onu yazarken. Fincan fincan kahve, paket paket sigara derken kitap bitti.
Kitap ama ne kitap… memleketin son çeyreğinde olup biten her şey orda… Görseniz ne paraya, ne kadına kıza, ne görkemli kaşanelere dönüp bakmayan astigmatlı gözleriniz pırıl pırıl parlardı. Yüzünüze yaklaştırırdınız kitabımı. Kokusunu içinize çeker, şevkatli bir sesle azarlardınız beni.
-Beyefendi bu kitap servet eder, servet.
. . .
Siz gittikten sonra memlekette olup bitenleri ötede bir kır kahvesinde oturup sizinle mütalaa etmek isterdim. Hiç sevmediğiniz şu bunak adam Amerika’dan bir işaret verdi, memleketteki bütün yanaşmaları ayaklanıp isyana durdu. Geçen yazı diken üstünde geçirdik. Az kaldı memleketi içindeki bütün kütüphaneleri ve kitaplarıyla birlikte altın tepsi içine koyup bir bunağa teslim edeceklerdi. Hakkınız var… Yanaşmaların hepsi kütüphaneye gitmeyen, kitap okumayan, bir hırslı yaşlının öksürüğüne şiir, geğirtisine keramet, sızlanmasına siyaset, ulumasına mülaanet diyen gruptandı. E tabii ki sizin de belirttiğiniz üzere ‘onlardan çorbaya limon olmadı’
Çorbaya limon olmadığı gibi hapishaneye mahkum, davaya sanık da olmadı. Her ne kadar cahil olsa da insan dediğin bir yere yakışır… Yok üstadım yok… Bunlar hiç bir yere yakışmadı. Doldurduk hepsini F tipine… Sabah akşam tulumba tatlısı yedirtip ‘hatırla oni, hatırla oni’ diye telkinde bulunuyoruz.
E malum memleketi de sizin hemşehriler idare ediyor şu sıralar. Onlar da cinslerine mahsus tezcanlılıkla bila hesap mukabil aks ü amel içine girdiler. Bunağın yanaşmalarından binlercesini hapse attılar, binlercesini açığa aldılar, binlercesi yurtdışına kaçtı… Hasılı siz olsaydınız ‘Beyefendi afedersiniz memleketin a… koyduk’ diye özetlerdiniz.
Öyle işte…
Hasılı tadı tuzu yok buraların Dervişzade Efendim hazretleri. İstanbul bir sıcak bir sıcak… İstanbul’u temmuz ortasında sel bastı. Dün Ege’de zelzele olmuş da memleketin bilumum batısı hacıyatmaz gibi ırgalanmış… Irgalanır tabii… Kitap okuyan mı var Allasen. Popülizm edebiyatı teslim almış, sanatı teslim almış, estetik bir sürü cahile kalmış. Şehirler ziggurat dolu, gönüller hesap dolu, çantalar gereksiz eşya dolu, kütüphaneler sizin deyiminizle ‘beş para etmez’ kitaplarla dolu. Sitayiş lafının anlamını bilmeyen bir zobu memleketin en kadim yayınevinin editörü olmuş. Cağaloğlu Kıbrıs’ın Maraş’ı gibi metruk. Benden duymayın ama Memet Varış Kitabevi’ni bir apartmanın ikinci katına taşımış. Sormayın azizim. Bangladeş’e döndük.
Bugün Anadolu’da vakti zamanında cıvıl cıvıl insan kaynayan şen bir beldenin enkazı üzerine kurulu zevksiz bir binada misafirim. Allah var ev sahibi izzet ikram ediyor. Aklıma düşüverdiniz. Kitap Partisi hakkındaki ahvali ruh-i azizinize arz edeyim dedim. Niyetim sizi üzmek değildi. Bilakis bir yad-ı mazi ile mesrur eylemekti. Ahval-i dünyadan haberdar eylemekti. Bir de himmet buyurmanızı beklemekti. Siz ki evliyanın büyüklerindensiniz. Hayatta iken kındaki kılıç idiniz, mevtinizle kından kurtuldunuz. Himmet eylemek size zor değil. Himmet edin şu Kitap Partisine. O eski şen günlerine avdet etsin…
Efendim dar-ı hakikide mülaki olduğumuzda bu mevzuların hepsini enine boyuna konuşacak olmak güzel olur. Lakin takdir edersiniz ki her ne kadar tadı tuzu kalmasa da daha uzun süre bu dünyada berhayat olup bir dalya ettikten sonra, seksen doksan senenin hatırasıyla birlikte yanınıza gelmek dileriz.
Merak buyurmayınız, biz bir asır yaşayacak olsak da sizin hatıranızı tozlandırmayız.
Baki selam ve hürmet ile efendim.
Kariye-i Silivri eşrafından, muhibban-ı kütüp fırkası azasından Hulusi -i Çerkesi