Demirlediğim Son Liman

Durup düşünüyorum bugünlerde, hayat düşündüğümden çok farklı bir adam eyledi beni. Burnumu çarptığım duvarlar durmam gereken yeri öylesine öğretti ki evcil, evcimen bir adam olup çıktım vesselam.

Hayatın beni demirlemeye mecbur kıldığı limanda Tanrı’ya minnetlerimi, teşekkürlerimi bildirerek bekliyorum. Tatlı imbatlarla, serin akşam esintileriyle kımıldanıyor sular. Ben beşikte uyuklayan bir çocuk gibi telaşsız uyukluyorum.

Vazgeçtim adımın önüne konulan bütün unvanlardan. Kütüphanemi yeni evime taşımadım bile. Hiç tozlandırmadığım yadigarların arasında çocuklarımla oynuyorum. Babayım ben var mı ötesi. Bir erkeğin taşıyabileceği en güzel unvanın iki yaşlının evladı, bir kadının sevgilisi ve iki çocuğun babası olmak olduğunu keşfettiğimden beri sükuna erdi ruhum. Evin içinde çocukların sesi var, telefonda annemin sesi, yanı başımda eşimin sesi.

. . .

Sabahın yedisinde başlıyor görevim. Saat kurmuşçasına her sabah saat yedide uyanıyor oğlum. Her sabah onun sesiyle uyanıyoruz. Sonra soruları başlıyor, her şeyi defalarca soruyor. Defalarca tekrarlıyor, büyümek için, öğrenmek için, hayatın biriktirdiklerini, öğrenmek zorunda olduğu her şeyi bitmez tükenmez bir merakla çözmeye çalışıyor. Annesinin ailesine benzetiyorum onu. Sabırlı, mütevekkil, kalender bir adam olacak galiba. Elleriyle keşfetmeyi tercih ediyor. Kızım ise bizim taraf. Mümkün ise fiziksel efor sarf etmek istemeyen, kapris kutusu bir Kabardey. Birkaç ay önce annesine ağlayarak süslenmekten başka bir şey düşünemediğini itiraf edişi şahit olunması gereken bir andı.

Oğlum… Gününe göre ya babaannesine bırakıyoruz onu, ya anneannesiyle birlikte akşam ediyor. Yahut alıp parka götürüyoruz, onun diliyle ‘parkaya’… sahilde turluyoruz bazan. “baba bak deniz,” diyor, “baba bak aydede”…

Daha önce bakmadığımı fark ediyorum denize ve Ay’a. Şuayip Abi’nin çay bahçesindeki havuzcukta renkli balıkları seyrediyor, kedilerin peşinden koşuyor, üzerine çay döküyor. Her seslenişimizde gülümseyerek bakıyor yüzümüze.

Her keşfi ayrı bir öykü, her kelimesi ayrı bir şiir.

Yaz akşamları atılan havai fişeklerin sesi ile korkuyu keşfedip kucağıma sokulması ne dokunaklıydı.

-Dom domlardan korkuyorum baba…

Ona çocukların hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini anlattık. Bunun için bir masal da uyduruverdik hemen. Hani ormanda bir aslan varmış, kocaman ama kocaman bir kafası varmış o aslanın. Bir gün küçük bir çocukla karşılaşmış, çocuk onu görünce kahkahalar atmış.

-Hey küçük çocuk demiş aslan şaşkınlıkla. Sen benden korkmuyor musun?

Çocuk daha beter gülmüş,

– Çocuklar hiçbir şeyden korkmaz, bilmiyor musun aslan?

Günde beş kere anlattırdı bu masalı yaz boyunca. Ondan başka hiç kimsenin ses veremeyeceği kadar tatlı bir telaffuzla “s” yi peltekçe, “lan” hecesini yumuşatarak, ancak bizim sezebileceğimiz türden bir “bizden” edayla, “baba bana aslan’ı” anlatır mısın? deyişi…

Alet kutusunda gördüğü tornavidaya firnavido deyişi, banyo yaparken “baba su bılık mı? diye soruşu… Elif’i büyütürken ıskaladığımız şeyler bunlar. Ömrünün ilk dört yılını kare kare görüntüleyip kaydettiğimiz kızımızda ana baba olmanın şaşkınlığı ile ıskaladığımız keşifler…

Elif kardeşini kabullenip çözdü problemi. Onunla ilgili sorumluluklar almaktan, ona yardım etmekten, onu oyalamaktan büyük bir keyif alıyor artık. Kurduğu oyunu bozan, oyunun kendisine yüklediği rolü beceremeyen kardeşine babaannesinin aceleciliğiyle teleşlı telaşlı tekrarlıyor her şeyi.

. . .

Oğlum bu gece bir elinde dolu biberon olduğu halde yanıma gelip kendisini uyutmamı istediğinde fark ettim ki ben hayatın beni sürüklediği limana demir atmış bir köhne gemiyim. Tatlı imbat esintileriyle kımıldanan bir gemi. Bu bir evc-i bala çağı. Küçük elini avucumun içine alıp odasına götürdüm onu, yatağına çıkışını izledim ve uzandım yanına. Her akşam olduğu gibi aslanları anlatmamı istedi benden. Ayvalık’ta bir otel lobisinde gördüğü kocaman bronz aslan heykelini hatırlattım. Aslanlar işte böyledir oğlum, kocaman kafaları ve sarı yeleleri vardır, küçük çocuklar onların sırtına binerse hiç ses çıkarmazlar. Çocukları aslanlar çok sever.

-Pekii çocuklar domdomlardan korkar mı baba…

Ona hayatı boyunca karşılaşacağı hiçbir domdomdan korkmamasını telkin ettim önce. Ardını getiremedim. Domdomlar sesten ibarettir, sadece sesleri vardır, bazen uzaktan bakıldığında renkli ve parlak olurlar. Hayat bir çok domdomla karşılaştıracaktır seni, hiç birinden korkma. Her zaman bir küçük bebek gibi sığınacağın ve domdomlardan emin olacağın bir dua çatısı olacaktır başının üzerinde. Çünkü senin adını Mahfuz koyacaktık. Hıfzedilmen, korunman ve emniyette olman için…

En çok ona şarkı söylerken başkalaşan sesimle en sevdiği şarkıyı söylemeye koyuldum.

“bir küçücük aslancık varmış,
Kırlarda koşar oynarmış.
Babası onu çok severmiş,
Sen benim canımsın dermiş…”

Demirlediğim Son Liman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön