Adının Öyküsü

Adını ne koyacaktık? Ne koyacaktık adını ki seni en güzel şekilde tarif etsin? Hangi sesler en çok yakışacaktı sana, hangi kavramlar seni en çok çağrıştıracaktı? Ne demeliydi ki adına her iki dünyada onunla bilinesin, onunla çağrılasın, onunla sevilesin.

Yeni bir isim olamazdı. Ailemizin yeni kuşaklarına bile eski isimler veriyorduk biz. Asitaneli Sofi Mehmed Said’in oğlu Mehmet Halis, onun oğlu Mehmet Muhlis, onun oğlu Mustafa Naci ve onun oğlu Hulusi… Bu silsileye yakışan bir ad olmalıydı seninki. Bu nedenle eş dostun tavsiyesine uyup bu yılın çocuklarına verilen Ada, Kumsal, Yağmur ve Toprak gibi bir ad veremedik sana.

Baban da annen de gönlünün bir köşesinde sakladığı dağlara aitti. Bu aidiyet ıstırap veriyordu bize. Senin de bu aidiyetle birlikte o hüzünlü geçmişi tevarüs etmeni istemedik bu yüzden adına ne Janberk dedik, ne Kanşou, ne Bersis, ne Elbruz…

Gönlüme bir “Mahfuz” düşmüştü çoktandır. Adını “Mahfuz” koyalım da o ismin gölgesinde korunasın, gözetilesin, esirgenesin, saklanasın istemiştim. Adının anlamıyla yaşardı insanlar. Mahfuz dersek korunacaktın sanki. Ama ya adın eski bulunursa, ama doğru telaffuz edilemezse. Olsun, ne garip isimlere alışıyordu dilimiz. Onu da benimserdik sonuçta.

Mahfuz, Mahfuz…. Zorlu zamanın çocuğu, kirli bir dünyanın ortasına düşmüş melek. Adını Mahfuz koyalım ki tertemiz kalasın, yıpranmayasın, bozulmayasın. Yaşamın istisnalarından, dünyanın sürprizlerinden, yaradılışın mucizelerinden olasın. Bu isim senin zırhın olsun, referansın olsun, tanımın olsun. Seni tanıyan insanlar çocuklarına Mahfuz ismi koysun. Melekler kanat gersin üzerine, bir suyun akışı gibi rahat ve dingin olsun hayatın. Akıp götür üzerine düşen her gölgeyi. Adın mahfuz olsun ki göklerden muhafaza edilesin.

Ben zihnimde sana ad vermiştim.

Mahfuz, mahfuz…

-Adını ne koyalım? Dedi bir gün annen.

Sorusu bir kuru gül yaprağı gibi düştü yüreğime. Zihnimde olup biteni söylemek istemedim nedense.

-Bilmem, dedim. Senin bir fikrin var mı?

-Enis olsa, dedi.

Dua eder gibi ancak senin benim ve tanrının duyabileceği bir şekilde dile getirdi gönlünden geçeni. Yüzüme bir serin rüzgar gibi değdi. Yoksa annen hazırlamış mıydı adını da. Seni dünyaya hazırladığı gibi. Seni kanıyla canıyla büyüttüğü gibi.

-Adı Enis olsa da dost olsak onunla. Bir dostun yokluğunu hissettirmese bize.

Karşı çıktım. Dost olmak seni tam anlamıyla ifade edemeyecekti. Bir şeyler eksik kalacaktı sanki. Dünyada dost denilen şey var mıydı ki. Bir yalandan ibaret olmasın sakın adın, bencilliğin duvarına vurup kırılmayasın.

Karşı çıktım. İlk kez ısrar etti bir isteğinde. “Vaad ettim,” dedi. “Vaad ettim adına Enis diyeceğime. Sen onu nasıl çağırırsan çağır o benim Enis’im olsun,” dedi.

Annen bir Çerkes kızı. Annen, verilmiş bir sözü tanrı emri tanıyan bir adamın, Mekhoş Vahid’in kızı. Benden çok ona benzemeni istemem bu yüzden. Benim gibi sorgulamak yerine onun gibi kabullenmeliydin hayatı. Dost olduğunun hayatında hiçbir boşluk bırakmamalıydın.

Benden çok annenin hakkıydı sana ad vermek. O benim Enis-i leyl ü neharım idi. Gündüz gölgem, gece bir yastığa baş koyduğum yarim idi. Benim deli yüreğimin sığınağı, elimin dayanağı, başımın gölgesi, varlığımın korunağı idi. O sana dost deyince dost olurdun onun gibi.

Hiçbir şey tam olarak ifade edemeyecekti bendeki karşılığını. Sen adı görklü ulu Rabbimin hediyesiydin. Lütuftun sen, ihsandın. Rabbin bizden ümidini kesmediğinin, bizi sevdiğinin ve bizden vazgeçmediğinin müjdesiydin. Annenin duasıydın, benim fani varlığımın izini benden sonraki kuşaklara taşıyacak olan emanetçisiydin. Benim yaşayıp yapamadıklarımın, anlayamadıklarımın, elimin ermediğinin, boynumu eğemediğimin telafi edicisiydin. Ümitle gelmiştin, şenlik getirmiştin, yağmur getirmiştin. Bu yüzden en iyi dostumuzdun sen bizim.

Öyleyse bir dostun adıyla tamlamalıydık seni. Ömrümün on yedi yılı boyunca dost kelimesinin bende çağrıştırdığı adamın adını verdik ikinci ad olarak. Şerif Enis olsun dedik. Şerif’i çağırdık. Giderayak onun adını alıp sana verdik. Sen şerefli, onurlu bir dost ol dedik.

Sen doğduktan sonra büyüdüm ben. Anladım ki sevmek, bağlanmak, dost olmak ezeli bir ihtiyaç. Sevmeli, inanmalı, bağlanmalı. Ama ölüm ile malul bir varlığa değil, bir ölümsüz güce dost olmalı gerçekte. Ondan başka hiç kimseye dostluk denilen zincir ile bağlanmamalı. Ondan başka her şeye ve herkese bir faniye, bir ölümlüye nasıl bağlanılırsa öyle bağlanmalı, öyle dost olmalı.

. . .

Sen doğduktan sonra büyüdüm ben. Anladım ki sevmek, bağlanmak, dost olmak ezeli bir ihtiyaç. Sevmeli, inanmalı, bağlanmalı. Ama ölüm ile malul bir varlığa değil, bir ölümsüz güce dost olmalı gerçekte. Ondan başka hiç kimseye dostluk denilen zincir ile bağlanmamalı. Ondan başka her şeye ve herkese bir faniye, bir ölümlüye nasıl bağlanılırsa öyle bağlanmalı, öyle dost olmalı.

Yazık ki bunu ancak yaşayarak öğrenebilirdi insan. Ancak tecrübenin vasıl edeceği bir noktaydı bu. Deha olmalıydı bunu yaşamadan anlamak için.

Doğumunun üzerinden bir ay geçmişti nüfus idaresine gittiğimde. Doğum kağıdını uzattım memura.

-Enis, dedim. Adı Enis Deha Üstün olsun.

Hulusi Üstün

Adının Öyküsü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön